Agora - Kabul Edelim, Hepimiz Kusurluyuz
Bu yazının amacı, 2009 yapımı Agora’yı –bilim ve din kavramlarını, ama her şeyden önce tolerans olgusunu ele alan bir filmi- insan olma perspektifinden incelemeye çalışmak.
Agora, MS 4. yüzyılda, Roma İmparatorluğu’nun feneri ve kütüphanesiyle meşhur kenti İskenderiye’de geçiyor. İskenderiye Kütüphanesi, başlangıçta, hem bilimsel ilerlemenin hem de Pagan ibadetlerinin mabedi durumunda. Agora, Pagan ve kadın filozof Hypatia’nın, direndikçe toplumdan tecrit edilişini hikaye etmektedir. Erkek ve Hıristiyan bir iktidarın gölgesinde Pagan ve kadın olmak, o dönemde ne kadar zor, düşünsenize… Bugün Alevi ve kadın, agnostik ve eşcinsel, ateist ve transseksüel olmak ya da en azından onların yanında durmak ne kadar zorsa… Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen erkek ve tek tanrılı iktidar, yönetebilme kabiliyetinde ilerleme kaydedemediği gibi iktidarsızlığının sonucu -belki de aracı- olarak ötekileştirmekten ve bir adım ileride öldürmekten de geri durmamaktadır. Agora, işte bu anlayışı açık bir şekilde yansıtmaktadır.
Filmde, Roma’nın Hıristiyanlığı kabulünün ardından yaşanan süreç ele alınmaktadır. İmparatorun Hıristiyanlığı kabul etmesinin, tebaasının da aynı inancı benimseyeceği anlamına gelmeyeceği ve insanların birbirinden farklı inançlara sahip olabilecekleri mesajı film boyunca örneklendirilmektedir. Filmin ilk bölümünde Pagan-Hıristiyan mücadelesi üzerinden verilen mesaj ikinci bölümde Hıristiyan-Yahudi mücadelesi üzerinden verilmektedir.
MS 391’de Hıristiyanlığın Roma’nın resmi dini haline gelişinin ardından geçen kısa sürede İskenderiye’de Paganizmin hareket alanı daralmaya başlamış ve sonunda İskenderiye Kütüphanesi yıkılarak Paganlar sürgün edilmiştir. Filmin ilk bölümü bu süreci işlemektedir. Hypatia, bu dönemde farklı inançlara toleranslı ve farklı inançlara sahip öğrencilerine rasyonel düşünceyi aşılama sevdasında bir öğretmen olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki bu uğurda Pagan babasını dahi karşısına almaktan çekinmiyor. Öte yandan filmin ikinci bölümünde çoğu Paganın Hıristiyanlığı benimsediği ve mücadelenin artık Hıristiyanlar ile Yahudiler arasında cereyan ettiği görülüyor. Geçmişte öğrencisi olmuş iki gençten bir tanesi Hıristiyan piskopos, Hypatia’ya aşık diğeri Hıristiyan vali ve bir diğer aşık köle Hıristiyan din savaşçısına dönüşmüş vaziyette izleyicinin karşısına çıkıyorlar. Hypatia ise valinin “dinsiz danışmanı” olarak etiketleniyor. Film bu roller çerçevesinde sona varıyor.
Bu, en nihayetinde bir kurmacadır. Ama çok şey anlatan bir kurmacadır. Agora’da her şeyden önce Hıristiyanlığın mazluma, ezilene yardım ederek yükselişini, onlara umut oluşunu görmekteyiz. Ardından hakimiyet mücadelesine ve “doğru din” baskısına tanık olmaktayız. Mutluluğa, bilgi sayesinde kavuşmayı uman bir kadının toplumdan tecrit edilmesi ise bize hakim düzen dışında hareket etmenin diyetini gösterir cinsten ki bu tecrit ediliş mazlumun ve ezilenin umudu Hıristiyanlığı kontrol edenler eliyle gerçekleştirilmektedir. Fakat en ilginç olan, hikayenin çok da kurmaca olmayışı ve bugün yaşadığımız toprakların da tüm bunlara yabancı olmayışıdır. Aslında film, Hypatia üzerinden, son mesajı oldukça kararlı bir şekilde vermektedir: Önceki filozofların düşündüklerinin aksine dünya, kusursuz dairesel bir yörüngeye değil, elips şeklinde bir yörüngeye sahip. Tıpkı insanoğlu gibi dünya da kusurlu bir yörüngede hareket etmektedir. Bunu hatırladığımız her an barış ve uyuma daha çok yaklaşabiliriz.
Comments