“İnanıyorduk”
Geçtiğimiz aylarda yoğun bir Antonio Gramsci okumasına girişmiştim. Bu okumalar sırasında 1891 doğumlu İtalyan düşünür ve siyasetçinin milliyetçi köklerine şahit olmuştum. Gramsci, İtalya'nın güneyinde doğmuştu; ateşliydi, değişimden yanaydı. Milliyetçiliği, ezilenlerin durumlarını değiştirme isteğiyle doğru orantılıydı. Dolayısıyla aslında eşitlik ve adalet duygularından besleniyordu. Üniversite öğrenimi için burs kazanarak gittiği Torino’da –İtalya sınırları içinde o dönem için işçi bilincinin nispeten yüksek olduğu bu kentte- İtalyan Komünist Partisi kurucusu olarak öne çıkmış ve ardından partinin genel sekreterliğine kadar yükselmişti. Faşist yönetim tarafından hapishanede ölüme mahkum edilişi de bunun diyeti olmuştu. Söz konusu dönemi Gramsci üzerinden okuma çabalarım İtalyan tarihine de temas etmemi gerektirmişti. Bakıldığında bu okumanın, feodal düzenin çöküş dönemi de göz önünde bulundurularak, en azından iki üç yüzyıl öncesinden başlatılması gerekiyordu. Bu da zaman ve emek demekti. Dün akşam Pera’da, İtalyan Kültür Merkezi’nde izlediğim bir film, İtalya'nın birleşmesi yolunda yeniden canlanışa (İtalyanca: Risorgimento) giden yılları anlatırken benim için zaman ve emek açısından da tasarruf yarattı. 170 dakikalık filmin orijinal adı Noi Credevamo, Türkçe’ye İnanıyorduk şeklinde çevrilmiş.
Film, İtalya’nın güneyinde doğmuş üç gencin hayatları üzerinden İtalyan birleşmesi öncesi İtalya’dan kesitler sunuyor. İkisi soylu ailelerden gelen ve diğeri köylü olan bu gençler neye inanmışlardı ya da neye inanmak istiyorlardı? Üç gencin de inanmak istedikleri, hayal ettikleri eşitlikçi bir düzendi. Bunun için öncelikle siyasal eşitliğe ihtiyaç olduğunu düşündükleri için monarşiden tam manasıyla kurtulup cumhuriyete geçmeyi planlıyorlardı. Mazzini’nin “Genç İtalya” hareketine bu nedenle katılmışlardı. Cumhuriyete tam olarak geçildiğinde eşitliğin geleceğine inanıyorlardı belki de... Ancak her çabada olduğu gibi bunda da hayal kırıklıkları söz konusuydu. Film, bunları gözler önüne seren bir dram…
Filmde, gençlerin hayatlarının nasıl da değiştiğini izliyor seyirci ve tabi toplumun da... 1828’de başlayan tarihi seyir, General Garibaldi’nin efsaneleştiği 1871 İtalyan birleşmesine dair satırlarla sona eriyor. Yaklaşık 50 yıllık bu seyir bize ne anlatabilir?
Öncelikle, siyasi hareketlerin hiçbir zaman planlandığı gibi ilerlemediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Arendt’in de ifade ettiği gibi siyaset insanla ilgili olduğu ölçüde beklenmediktir. Siyasi geleceği planlama hamlelerinin totaliter sonuçları doğurması da bununla ilişkilidir. Bu açıdan mesele yöntemden ziyade yöntemin ele alınışında dikkate alınan değerlerle ilgilidir. Buna bir de insan psikolojisini eklemek isterim. Bir yanda belki de sonuçlarını asla göremeyeceğimiz uzun soluklu bir mücadele, diğer yanda ise gündelik hayatın geçici zevkleri dururken devamlılık göstermek cesaret ister. Dahası, “ben” duygusu insanı öyle bir çevreler ki mücadelenin uzun solukluluğu tehlikeye girer. Yoldan sapmak, davaya ihanet etmek an meselesi!
Tabiidir ki filmi izleyenler yukarıdakilerden çok farklı çıkarımlara da ulaşabilirler; fakat İnanıyorduk'un farklılığı “sıradan” insanların kahramanlaşmadan da tarihin akışına müdahale edebildikleri fikrine sahip çıkmasıdır. Bu, öne çıkmaktan ziyade duruş sergilemekle ilgili bir durumdur. Bunu, geçmişte başarmış ve gelecekte başarma ihtimali olanlara selam olsun.
Comments