İyi Kötü, Yaşıyoruz
Belki de ilk olarak Nietzsche’yle ilgili bir yazı yayımlamalıydım. Ne de olsa modern dünyaya ilişkin eleştirilerde kendisine en çok referans verilen ya da anlam arayışındakileri en fazla etkileyen filozoflardan bir tanesi Nietzsche. 1982’de Jean Granier tarafından yayımlanan Nietzsche, Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin (1844-1900) alışılagelenden farklı fikirleri üzerine düşünmeme yardımcı oldu. Umarım bu yazı da okuyucusunda benzer bir durum yaratır.
Nietzsche, duvarları yıkan, tanrılar da dahil tüm gelenekleri karşısına alan bir filozof olarak sunulur. Bu kitap, böyle bir tanımlamanın hem eksik hem de insanların anlam dünyalarını sorgulamaları noktasında yararsız olduğunu göstermekte. Nietzsche’nin dikkat çekici yanı; karakterini, içinde bulunduğu koşulları, hatta bedenini çalışmalarına katan düşünürlerin başında gelmesi. O yüzden, Jean Granier, Nietzsche’de şöyle sesleniyor okuyucuya: “Nietzsche’nin söylediklerini anlayabilmek için önce Nietzsche’yi sonra da onun bilimsel tekniğini anlamak gerekir.” Bu yazıda, bunlardan sadece ilkine odaklanacağım. Nietzsche’yi anlamanın zorluğu, onun anlattığı hikayeyi olduğu gibi, hissettiği şekilde anlatmasından kaynaklanıyor olabilir mi? Aslında anlamakta güçlük çektiğimiz hayatın kendisi ve bizim hayattaki konumumuz olabilir mi? Tam da Nietzsche’nin iddia ettiği gibi değerlerin değersizleşmesini açıklayamayan bir insanlık durumuyla karşı karşıya olabilir miyiz? Bunlar, kitabı okuduğum günlerden bugüne yansıyan bazı sorular.
Kitapta, genç Nietzsche’nin, ilahiyat ve filoloji eğitimine eş zamanlı olarak başladığı fakat kısa zaman sonra filolojide karar kılmış olduğu ifade edilmekte. Schopenhauer’in kendisi üzerindeki etkisi önemli fakat o varoluşun saçmalığı ve kefaret olarak çilecilik üzerine tezlerden uzaklaşarak tavizsiz bir "hakikat" mücadelesine girişmiş. Kantçı felsefeyle tanışmasının ve onu Hegelci bir diyalektikle aşma eğilimlerinin neticesinde iki fikrin ortaya çıktığı görülmekte: Metafizik karşısında kuşkuculuk ve düşünceyle varlığı özdeşleştirme çabalarının reddi. Bana kalırsa, bunlar, hastalıklarla mücadele ederek geçirdiği hayatından bugünlere bıraktığı en önemli iki fikir... Anlam arayışlarımıza çare olabilecek iki fikir...
Bu noktada, Nietzsche’ye yönelik eleştirilerin en çok beslendiği kaynağa, “üst insan” kavramsallaştırmasına ve onun faşist Hitler rejimiyle özdeşleştirilmesine bakmak gerekebilir. Nietzsche, “üst insan” kavramsallaştırmasına nasıl ulaşmış olabilir? Bu sorunun cevabının illa doğru olması gerekmez. Ama bilime ve daha da önemlisi iyiliğe hizmet etmesi önemlidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Nietzsche’nin “üst insan” kavramsallaştırması “son insan”ın karşısında, ona alternatif bir insan arayışıdır. Bunu faşizmle ilişkilendirmek yerine insanın nasıl nihilizmden kurtulabileceği noktasına odaklanmak daha anlamlı olacaktır. Çünkü üst insan ne kadar faşizmle ilişkilendirilebilirse bugün hala baskın olan son insan kavramsallaştırması da faşizmle o kadar, belki de çok daha fazla ilişkilendirilebilir. Hepimiz kötülüğe onun kadar yakın değil miyiz? Hatta bu “kötü" bazen en yakınlarımızdan, ne olursa olsun uzak duramayacaklarımızdan kaynaklanmaz mı? Kötü ile etkileşim insanı değiştirir. İnsan değişir; çünkü kötü onun alışık olmadığıdır. Nietzsche’nin fikirleri kötülük ile birlikte değerlendirilebilir. Çünkü yeni olan kötüdür. Faşizmin kötülüğü ise yeniliğinden kaynaklanmaz; tersine var olanı sağlamlaştırmak adına insanlara dayattığı hayat ve bazen de ölümden kaynaklanır.
İyilik ile kötülük iç içedir. Çünkü mesele bakış açısıyla ilgilidir. Nereye tutunduğumuzla, bizim için neyin anlam ifade ettiğiyle... Bir kişi, olay veya durum için iyi veya kötü dediğimizde “bizim için ne olduğu”ndan bahsederiz. O da “bizim ne olduğumuz”la, kendimizi nasıl tanımladığımızla ilgilidir. Öznel olarak “bizim için iyi veya kötüdür”; nesnel olaraksa "ortalama bir insan için iyi veya kötü olan"dır. Ama o ortalama neye göre ortaya çıkmaktadır? Ortalama insanın kapsamı nedir? Ortalama insan sosyal açıdan güvenilir bir örneklem olmayabilir. Olsa dahi bu kez dışarıda kalanların yaşamları açısından sıkıntı doğabilir ki doğmaktadır.
Bu nedenle, bakış açılarını çeşitlendirmek gerekir. Benzer bir durum Machiavelli için de geçerli. Hangi Machiavelli diye sormalı? Hangi Nietzsche? Nietzsche’nin “üst insan” kavramını Lamarck’ın ya da Darwin’in evrimci doktrinleriyle ilgili görmemek önemli mesela... Çünkü üst insana yönelik Nietzscheci ayıklama ile son insana yönelik idealist evcilleştirme tamamen karşı karşıya gelir bu noktada. Nietzsche’nin hedefinde modernitenin yarattığı “dekadan” yani düşkünleşmiş “son insan” vardır.
Bugün, dekadan duruma farklı tepkiler zaten mevcut değil mi? Kimisi resim çizer, kimisi müzik yapar, bir başkası çocuk sahibi olur, hiçbir şey yapamıyorsa bir tanrıya inanır. Sonuçta herkes üretimle yanıt vermekte anlamsızlığa… Bu açıdan, “tanrının ölümü” modernite krizinin açılımıdır; bundan sonra “yeni değerler” yaratılması aşamasına geçilir ki işte o aşamada Nietzsche’nin derdi, gerek metafiziğe gerekse insan bilincine saplanıp kalınmamasıdır.
Granier, J. (2005). Nietzsche (Çev. I. Ergüden). Ankara: Dost Kitabevi.
Comentários