top of page

Sistemin İmkan Verdikleri ve Dışladıkları


“Faşizmin kökleri, büyüyen endüstriyel tekelleşme ile demokratik sistem arasındaki uzlaşmaz çelişkilere değin izlenebilir… Bu da bütün toplumsal ve bireysel ilişkiler üzerinde totaliter bir denetimi, toplumsal ve bireysel özgürlüklerin ortadan kaldırılmasını ve kitlelerin terör yoluyla yıldırılmasını gerektirir.” (Marcuse, 2007)

Gezi gibi bir toplumsal hareketliliğin yıldönümü olamayacağını ve direnişin –praksis ile felsefenin buluştuğu bir an olarak- devamlılık arz etmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Bu nedenle, Gezi’nin yıldönümü için herhangi bir yazı yazmak istememiştim. Ancak Dr. Emrah Altındiş’in Harvard Üniversitesi’nde düzenlenen “Güncel Bölgesel Konular ve Geleceğe Bakış” başlıklı panelde Cumhurbaşkanı Gül nezdinde Türkiye’deki iktidar yapısını hedef alan çıkışı, zihnimde bazı düşünceleri yeniden gün yüzüne çıkardı. Dile getirilen eleştiri, tabiri yerindeyse içimin yağlarını eritti ilk anda; “helal olsun” dedim kendi kendime, “adam eline geçen fırsatı değerlendirdi, hepimizin sesi oldu”. Neden sonra olaya ilişkin, olayın oturduğu genel konjonktüre ilişkin, sol fikirlerin geleceğine ilişkin düşündükçe farklı bir pencereye ihtiyacımız olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Bu pencere, parçası olduğumuz sistemin ve onun çeşitli yollardan yeniden ürettiği sosyal gerçekliğin nelere imkan verip neleri dışladığıyla ilgili. Bu ilişkiyi göstermek adına, son birkaç yılda farklı zamanlarda gündemimizi işgal eden örneklerden yararlanmayı planlıyorum.

Öncelikle Fransa’nın sol entelektüel çevresine mensup Regis Debray’ın (2013) egemen sistemin özelliklerine dair ortaya koyduğu beş noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan ilki, dünya çapında eşi benzeri görülmemiş uyum olarak ifadesini buluyor. Bahsi geçen uyumun bir yansıması –ve ABD’nin başını çektiği bir ittifak- olarak NATO tek bir ağızdan ittifakın güvenliğinin bekçiliğini ve sahip olduğu değerlerin savunuculuğunu yapmaktadır. Söz konusu değerler ise ikinci bir noktayı öne çıkarmaktadır: Evrensel olanın belirlenmesi yolunda tekel kurma. Bugün bakıldığında, Batı’nın değerleri, evrensel değerler olarak kabul görmektedir. Yine bakıldığında, bu evrensel kabul açısından Batı kurumlarının -sadece uluslararası kurumların değil dünya çapında kurulan okulların, enstitülerin vb.- önemli bir rolü bulunmaktadır. Debray, bu üçüncü noktayı küresel işletme okulu (global business school) olarak ifade etmektedir. Harvard Business School, bunlardan yalnızca bir tanesi… İnsani duyarlılıkların yönlendirilmesi dördüncü nokta olarak ifadesini bulmaktadır Debray’ın analizinde. Buna göre, ABD, sadece 10 Hollywood filmiyle Çin’deki toplam gişe hasılatının yarısını elde edebiliyor; yani, Çin’de algılar Hollywood ve benzeri araçlar vasıtasıyla başka değerler çerçevesinde şekillendirilmekte. Tabi ki bu yeni bir şey değil ve Türkiye’yi çevreleyen coğrafyada da yabancısı olmadığımız bir süreç. Son olarak, bilimsel yenilik tekelinin, Batı’nın, özelinde Silikon Vadisi vb. nüfuz sahalarının elinde oluşu önemli. Sayıları hızla artan Hintli veya Çinli mühendislerin ortaya çıkışı, sistemi şekillendirenin Batılı fikirler olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Bu açıdan, artık “Batılılık” da farklı anlaşılması gereken bir olguya dönüşmüş durumda.

Değerlerin evrenselliğinin temsili ve Hollywood’un işlevine değinmişken Slavoj Zizek’in Kara Şövalye (the Dark Knight) serisi üzerine analizlerinden birkaç alıntı yapmak işe yarayabilir. Zizek’in, serinin ilk filmine dair analizinden, Joker’in kötü karakter oluşunun, karakterin sistemle ilişkisi çerçevesinde ele alınması gerektiği hemen anlaşılıyor. Burada, WikiLeaks ile Joker arasında o dönemki gündem üzerinden bir paralellik kurulduğu görülüyor (Zizek, 2011). Kara Şövalye Yükseliyor (the Dark Knight Rises) filminin ardından gerçekleştirdiği bir söyleşide ise şöyle bir ifadeye yer veriyor Zizek (2012): “…kötü karakter Wall Street’i işgal et eyleminin mi yoksa Mitt Romney’in eski şirketinin mi parçası?” Bu noktada asıl soru ortaya çıkıyor: Kötü olarak nitelenen karakter hangisi? Çünkü Zizek’e göre, kahraman bir toplumun, kötü karakter ise bir başka toplumun temsilcisi.

Debray ve Zizek’in farklı pencerelerden gerçekleştirdikleri sistem eleştirileri burada neden dillendirme gereği duyuldu? Bu soru önemli çünkü yaratılan kahramanlar ve kötü karakterler aslında aynı toplumun parçaları. Hollywood (Almanya ile ortak bir yapımda) V for Vendetta’nın V’sini kahraman olarak gösterip bugün hepimizin V sempatizanı olmamıza ve hatta bazılarımızın Gezi’de V maskesiyle poz vermesine imkan sağlarken Kara Şövalye Yükseliyor’un Bane karakterini kötü olarak göstermektedir. Oysa ki Bane de Batman gibi şiddet ile idare edilen toplumun bir parçasıdır; ondan farkı, toplumda üretilen değerden yeterince faydalanamamış, topluma hakim değerlerin de dışarısında kalmış olmasıdır. Bu açıdan V ile Bane arasındaki mesafe düşündüğümüzden –ya da belki de hiç düşünemeyeceğimiz kadar- az olabilir. Bu, en azından şu anlama gelebilir: Sistem kendisini yeniden üretme yolunda hem kahraman hem de kötü karakterlerden faydalanmaktadır.


Hatırlanacağı üzere, karikatürist Bahadır Baruter, 2011 yılında Atatürk’ü Batman ve Erdoğan’ı Joker olarak resmeden karikatürüyle gündeme gelmişti. Söz konusu karikatür bugün bakıldığında pekala eksik olarak nitelenebilir. İkilikler üzerinden bakılacaksa bugün Başbakanın Joker mi yoksa Batman mi olduğu üzerinde durulması gereken sorudur. Bugün üzerine düşünülmesi gereken, Başbakanın gerek devlet gerekse hükümet görevlisi olarak nasıl bir sistemde rol aldığıdır. Daha önemli soru, hangi durumlarda rollerin değiştiğidir? Sonuçta mesele algıların şekillenmesiyle yakından ilgilidir.

Zaman çok hızlı geçiyor. Gazeteci Muntazır El Zeydi, Bush’a ayakkabı fırlattığında yıl 2008’di. Protestosu sebebiyle çarptırıldığı hapis cezasını çekip dışarıya çıktığında uzatılan bir mikrofona söylediği ise çok önemliydi: “Ben bugün özgürüm. Ancak ülkem halen esir.” (CNNTÜRK, 2009) Aslında mesele bu kadar basit! Ama en azından bir cümle daha eklemek gerekiyor buna: Toplumun özgür olmadığı bir durumda hapiste olup olmamak, bireysel özgürlük deneyimi açısından çok da belirleyici değil. Bu açıdan Dr. Altındiş’in ortaya koyduğu eleştiri, Türkiye’de yapılsaydı yargılanma ve belki hapishane tecrübesi ile sonuçlanırdı. Öte yandan Türkiye’de gözlemlenen iktidar yapısına imkan veren dünya sistemini hedef almayan her eleştiri eksik kalacaktır. Günün sonunda bu, sistemin nelere imkan verip neleri dışladığıyla ilgili bir durumdur. Gezi, sistemin imkanlarının sorgulanışı olarak dışladıklarının sesiyse eğer, daha geniş paydalarda bir araya gelip direnmeye devam etmemiz gerekiyor.

  • Marcuse, H. (2007) Us ve Devrim: Hegel ve Toplum Teorisinin Yükselişi, İstanbul: İdea Yayıncılık.

  • Debray, R. (2013) “Decline of the West”, New Left Review, 80, 2013.

  • Zizek, S. (2011) “Good Manners in the Age of WikiLeaks”, London Review of Books: http://www.lrb.co.uk/v33/n02/slavoj-zizek/good-manners-in-the-age-of-wikileaks (Erişim: 04.06.2014).

  • Zizek, S. (2012) “Slavoj Zizek Talks About The Dark Knight Rises”, Media Darlings: http://mediadarlings.net/2012/07/20/slavoj-zizek-talks-about-the-dark-knight-rises/ (Erişim: 04.06.2014).

  • CNNTÜRK (2009) “Bush'a Ayakkabı Fırlatan Gazeteci Serbest”, CNNTÜRK: http://www4.cnnturk.com/2009/dunya/09/15/busha.ayakkabi.firlatan.gazeteci.serbest/543357.0/ (Erişim: 04.06.2014).

Not: Bu yazı, daha önce İnsanBu'da yayımlanmıştır.









留言


bottom of page