Gorilden Değerli mi?
Geçtiğimiz ay, ABD’nin Ohio Eyaleti, Cincinnati Hayvanat Bahçesi’nde, kafesine düşen bir çocuğa zarar verebileceği gerekçesiyle Harambe adındaki 17 yaşındaki goril, hayvanat bahçesi görevlileri tarafından vurularak öldürüldü. “Kurtarılan” çocuğun annesi, Facebook iletisinde, önce Tanrı’ya ve ardından hayvanat bahçesi görevlilerine teşekkür etti. Bu sırada, gorilin öldürülmesini yanlış bulanlar sosyal medyada kampanya başlattı ve kampanya kısa sürede önemli sayıda imzaya ulaştı. Hayvanat bahçesi müdürü ise büyük bir özgüven içerisinde, yine olsa yine aynı kararı vereceklerini ifade etti.
ABD’de bu tartışmalar yaşanırken Türkiye’de bazı TV kanalları olayın görüntülerini, ana haber bültenlerinin “işte dünyamızdan nefes kesici, enteresan manzaralar” kuşağında yayınladılar fakat konunun etik, dinsel ve de hukuki arka planı hakkındaki tartışmalar yine cılız kaldı. Bir hayvan, “üstün bir tür” olan insan uğruna öldürülmüştü. Ortada, büyütülecek bir şey yoktu. Yoksa var mıydı? Bana kalırsa bu olay, insan karşısında hayvanın değersiz kabul edilişini göstermesi nedeniyle olduğu kadar (meselenin bu boyutuna dair Gaia Dergi vb. platformlarda yayımlanan yazılara bakılabilir–bir tanesi için https://gaiadergi.com/bir-goril-bir-cocuk-sifir-vicdan/), bazı insanların da bazı durumlarda değersiz kabul edilebileceği fikrine uzak olmayışı nedeniyle önemlidir.
“Hangisi daha değerli? Goril mi, yoksa insan mı?” Florida Üniversitesi’nde Din, Doğa ve Çevre Etiği Profesörü olarak görev yapan Bron Taylor, geçtiğimiz günlerde Huffington Post’ta yayımlanan “The Value of A Gorilla vs. A Human” başlıklı yazısında yukarıdaki soruya yanıt arıyordu. Taylor’a göre, ABD ana akım medyası, yaşananları “trajik fakat gerekli bir ölüm” şeklinde vermişti. Çünkü insan, gorilden daha değerli bir varlık olarak kabul görüyordu. Dinsel ve etik kabullerimiz ile bunların yansıması olan hukuk sistemimiz de öyle söylemekteydi. Bu anlayışta, gorilin, bir insan evladı uğruna öldürülmesinin, heyecanlı bir görüntü olması dışında pek bir anlamı yok.
Goril Harambe, öldürüldüğünde 17 yaşında genç bir bireydi. Merak edenler, Harambe’nin hayat hikayesini, The New School Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nden Chris Crews’in kaleminden okuyabilir. Neden, 17 yaşında genç bir goril bireyi, 4 yaşında bebek sayılabilecek insan bireyinden daha az değerli olsun? Bu soruyu yönelttiğim dostlarımdan bazıları, “gorile gelene kadar hayatlarını değersiz bulduğumuz birçok insan var, asıl onlarla ilgili ne yapacağız” türünden soruları dile getirdiler. Aslında, lafı tam da buraya getirmek istiyorum. Dinsel, etik, hukuki vb. kanallardan kutsallaştırdığımız “biz”i neye göre kurgulamaktayız? O kutsal “biz”in içerisine kimleri, hangi sebeplerle alıyoruz? Diğerlerini, neden “biz”in dışında bırakıyoruz? Sanki bir merkez var ve biz o merkezdeyiz de diğer canlılar –bazı insanlar ve hayvanlar- o merkezden farklı uzaklıktalarmış gibi hareket ediyoruz. Söz konusu merkezin ve merkezdekilerin eleştirilmesi, ezilenin sesini duyurmasına, haksızlığa karşı çıkabilme kapasitesine bağlanıyor gibi.
Susanlar, sesi kesilenler…
Harambe’nin öldürülmesiyle “kurtarılan” çocuğun annesi, Tanrı’ya ve görevlilere şükranlarını sunarken sesini duyurma şansını yakaladı. Harambe’nin annesi Kayla’nın ise böyle bir şansı olmadı. Yanlış anlaşılmasın, Kayla, Harambe’nin kardeşi Makoko ve üvey kardeşi Caesar ile birlikte klor gazı kaçağı nedeniyle daha önce ölmemiş olmasaydı da bunu yapamazdı. Çünkü hayvanlar konuşamaz! Öte yandan konuşsa da sesi duyulmayanlar o kadar fazla ki toplumumuzda.
12 Haziran’da, ABD, Orlando’da, bir gay kulüpte 49 insanın öldürülmesinin ardından sosyal medyada yer bulan bazı tweetler, katledilen insanların da değersiz görüldüğüne işaret ediyordu. Yaşananlar, günümüz evrensel hukuku açısından, tabii ki insanın insana uyguladığı bir terör eylemi olarak kabul edilecektir. Ama bu kabul, bazı insanların diğer bazı insanlardan daha değerli görüldüğü kültür kodlarını yıkmaya maalesef henüz yetmemektedir. Hal böyleyken hayvanların değersiz görülmesinin kültür kodlarımızdaki yerini sorgulamak için acaba çok mu erken?
Ben, erken olduğunu düşünmeyenlerdenim. Hatta doğaya ilişkin bütüncül bilgimizin, kültür kodlarımızın şekillenişiyle doğrudan ilgili olduğunu söyleyebilirim. Bugün sahip olduğumuz kültür kodları, erkek-insan merkezli dinlerle uzun vadeli etkileşimler sonucunda ortaya çıkan etik ve de hukuki sistemlerin de erkek-insan merkezli oluşuyla ilgilidir. Gözlemlenen erkek-insan merkezlilik, bu dünyada hiyerarşilerin sürdürülmesi hedefine dayanıyor.
Hiyerarşik “Biz”
Bu çerçevede, bir insanın, bir gorilden ya da diğer bazı insanlardan daha değerli olduğunu kabul edenler, yukarıda ifade edilen hiyerarşiden rahatsız değiller; inandıkları dinlerin, etik ve hukuki sistemlerin farklı şekillerde yorumlanabileceğini kabullenmekten de şimdilik oldukça uzaklar. Kanıtlanmamış inançları açısından, hiyerarşinin tepesinde kimin olduğu açık fakat alt kademeler güce göre şekilleniyor ki bunun üzerine düşünenler de maalesef azınlıkta.
Söz konusu düzen inşasında, sesi duyulmayanlar, her daim “biz”in dışında kalmaya mecbur bırakılmış görünüyor. Geçmişten bugüne hızlı bir tarama, listenin oldukça uzun olduğunu gözler önüne seriyor: Köleler, kadınlar, işçiler, çocuklar, LGBTQIA bireyler, etnik azınlıklar, göçmenler… Dostumun da dile getirdiği gibi, gorile gelene kadar, var oluşlarına saygı ve özen göstermediklerimizin sayısı oldukça fazla! Söz konusu bireylerin, ne dinsel ne etik ne de hukuki yorumlarımızda sesleri yeterince duyuluyor. Kaldı ki bu gruplardan herhangi bir tanesinin sesini duyurabilmesi, erkek-insan iktidarı tarafından, tarih boyunca hiçbir zaman hoş karşılanmadı. Bu sesler, iyi ihtimalle görmezden gelinmek istendi; olmuyorsa şiddetle bastırıldı. Söz konusu düzende, “öteki,” kazanımlarını hiçbir zaman kolay elde etmedi.
İnsan topluluğu içinde bir insan için bile sesini duyurmak bu kadar zorken bir goril için bunun zorluğunu varın siz düşünün. Bu noktada, insan topluluğu içerisinde olduğu gibi insanların hükmetmeye çalıştığı doğa genelinde de mesele, bizleri şaşırtmayacak biçimde, ezen-ezilen ilişkisine oturuyor. Soru, ezilenlerin sesinin düzene yansıyıp yansımaması sorusu. Bu soruya cevap verecek olanlarsa öncelikle hiyerarşiyi ve buna bağlı sömürüyü doğallaştıran kültürel kodlardan memnun olmayanlar. Söz konusu hiyerarşi ve sömürünün doğal olmadığına dair birçok kanıttan bir tanesi Uzak Doğu kültürüne hızlı bir bakışla elde edilebilir. Çoğu Asyalıya göre, “insan” ve “hayvan” ayrımının kategorik bir karşılığı yokken nesneleştirme ve sınıflandırarak kontrol etme çabası Batı’nın kültürel kodlarına işlemiş görünüyor. Dolayısıyla bu, bir uygarlık sorunu olarak görülebilir. Din ve demokrasi başta olmak üzere sahip olduğumuz sistemleri nasıl yorumlayıp yaşattığımızı belirleyen bir sorun… Sonuçta, doğayı ve onun parçası insanı da belirleyen…
Not: Bu yazı, 25/06/2016 tarihinde Yeşil Gazete'de yayımlanmıştır.
Comentários