top of page

Suphi Nejat Ağırnaslı’dan Mehmet Pişkin’e Bir Sistem Sorgulaması


Geçtiğimiz Ekim ayında, Türkiye’de, birbirinden çok uzakta iki ölüm gerçekleşti. YPG saflarında IŞİD’e karşı savaşmak üzere Kobani’ye giden “Boğaziçili” Suphi Nejat Ağırnaslı’nın, nam-ı diğer Paramaz Kızılbaş’ın, aramızdan ayrıldığını okumuştum önce. Bundan yaklaşık iki hafta sonra, Nejat Ağırnaslı ile ilgili başka başka satırları okurken, bu kez “ODTÜ mezunu” Mehmet Pişkin’in bir intihar notu bırakarak hayatına son verdiğini öğrendim. Nejat Ağırnaslı’ya ve fikirlerine üniversite günlerinden aşinaydım; fakat Mehmet Pişkin’in bıraktığı videoyu izlediğimde onu da düşündüğümden daha iyi tanıyor olabileceğime kanaat getirdim. Geçen haftalar boyunca aklımda birtakım sorular döndü, durdu: Ya bu iki güzel insanın ölümleri arasındaki uzaklık düşündüğümüz kadar fazla değilse? Ya her ikisini de ölüme sürükleyen, kimsenin dışında kalamadığı o aynı sistemin farklı yansımalarıysa? İzleyen satırlarda, yukarıda ifade edilen ilişkilendirmeyi tartışmaya ve Suphi Nejat Ağırnaslı’nın mektubunu, Mehmet Pişkin’in intihar videosu eşliğinde okumaya çalışacağım.

Öncelikle, şunu ifade ederek başlamalıyım ki Mehmet Pişkin’in ölümünden sonra medyaya yansıyan haberler ve yorumlar, insanın, sisteme ve ülkeye olan inancını neden kaybedebileceği noktasında, kendi başına açıklayıcı nitelikte. “Mehmet Pişkin, ateist imiş”, “Mehmet Pişkin, LGBTİ imiş”, “Mehmet Pişkin…” Mehmet Pişkin’in ya da bir başkasının kendisini nasıl anlamlandırdığı neden bu kadar sorun yaratıyor, sanıyorum bunu sorgulamak gerekiyor. Mehmet Pişkin, her şeyden önce “birey” idi ve bir birey olmak uğrunda, sistemi, hayatı sorguladıkça içinden çıkamadığı bir kısır döngüye girdiği bıraktığı videodan anlaşılabilir. Açık ki bu, hayatı sorgulayan herkesin rahatlıkla empati kurabileceği bir süreç… Mehmet Pişkin, “çok uzun zamandır mutsuzdum” diyor videoda, “bardağı taşıran damlalar”dan bahsediyor. Bana kalırsa videonun asıl mesajı, “hayata devam etmek için gerekli motivasyonun kaybedilmesi.” Mehmet Pişkin’in hayatı sorgulayışları sonucunda yaptığı tercih, kariyer hedefine odaklı modern hayatların sığlığına karşı bir tavrı olarak da okunabilir. Sistemde, “başarılı” olan da mutsuz, olamayan da… Bu, “ODTÜ mezunu olmak” ya da “Boğaziçili olmak” gibi statü kazanımlarıyla ve devamında gelen kariyer adımlarıyla aşılacak bir sığlık değil ve hatta statü temelli bakış, söz konusu sığlığın sebeplerinden bir tanesi. Ortada, “hayata anlam kazandıramama” gibi bir durum var ve söz konusu anlamsızlığa bir yanıt olarak ifade bulan konformizm de bir yerden sonra insanın huzurlu hissetmesine yetmiyor. Devamında, depresyon bir durum olmaktan çıkıp sürece dönüşüyor. Mehmet Pişkin, motivasyonunu kaybettiği için hayatından vazgeçti. Suphi Nejat Ağırnaslı ise sahip olduğu ideallerin sağladığı motivasyonla Kobani’ye gitmişti bu intihardan birkaç hafta önce. Sonuçta, hayat, iki güzel insan için de sona erdi.

Mehmet Pişkin sanki sosyolojik bir sorunun psikolojik yansımasını bize gösterip gitti. Nejat Ağırnaslı ise eylemiyle bu sorunun politik olarak çözümüne işaret etti. Her ikisi de tercihlerini yaşadılar her şeyden önce, birey olmanın getirdiği sorumluluğun gereğini kararlılıkla yerine getirdiler. Bunu farklı açılardan yaptılar belki ama bağlamları ortaktı. Kararlarının doğruluğunu ya da yanlışlığıni tartışmak bana düşmez; bu yazının amacı da bu değil zaten. Ama söz konusu sorumluluğu farklı açılardan ele almaları önemli; çünkü kapitalist-militarist sistem ikisine de farklı açılardan görünüyordu kanımca. İnsan, tercihlerini yaşar; ama söz konusu tercihler içinde bulunulan ortamın ve şartların eseridir. İnsan, tercihleriyle sisteme birtakım yanıtlar vermektedir.

Ölümlerin üzerinden aylar geçti. Gündem birçoğumuz için maalesef çoktan değişti. Yine birçoğumuz sistem içerisinde yakaladığımız pozisyonları koruyup geliştirmek üzere yaşam savaşına devam ediyoruz. Ancak Nejat Ağırnaslı’yı ya da Mehmet Pişkin’i tanımış olanlar için gündemin değişmesi o kadar kolay olmayacak. Mehmet Pişkin ile çekmiş olduğu video sayesinde tanıştım; ama orada gördüğüm bilinci önceden de tanıyordum. Nejat Ağırnaslı’ya ise ne ailesi ve dostları kadar yakındım ne de herhangi birisi kadar uzak… Fark eder mi? Suphi Nejat Ağırnaslı’nın babası, Hikmet Acun, bir röportajda şöyle diyor: “Acının, ölümün ağlanacak bir şey olmadığını, onun politikleştirilmesi gerektiğini Kürtlerden öğrendik.” Suphi Nejat Ağırnaslı; Alevi, Ermeni ya da Kürt değildi. Ancak bu ülkede ve de dünyanın herhangi bir yerinde ezilenlerin yanında durulması gerektiğine inanıyordu. Bunun, yeri geldiğinde, mağdur söyleminden beslenen iktidar odaklarına ve onların çiğ popülizmlerine rağmen yapılması gerektiğine de…

Politik açıdan, Nejat Ağırnaslı ile Mehmet Pişkin arasındaki ilişki, her şeyden önce, Nejat Ağırnaslı’nın inançlı bir birey, Mehmet Pişkin’in ise inancını kaybetmiş bir birey olması üzerinden kurulabilir. Burada söz konusu olan, dini bir inanç değil, ideallere ve değişime olan inanç. Yoksa ne Mehmet Pişkin’in ne de bir başkasının inançları toplumu ilgilendirir. Bununla beraber, Mehmet Pişkin’i “intihar konusunda daha eğilimli insanlardan bir tanesi” yapan, sahip olduğu değerlerin yanı sıra sisteme olan inancını kaybedişi olabilir, kim bilir… Kaldı ki bu, Mehmet Pişkin’in ideallerinin olmadığı anlamına da gelmez; ideallerinin hayattaki karşılığını bulamadığı anlamına gelebilir belki. Öte yandan Nejat Ağırnaslı ile Mehmet Pişkin arasındaki bir diğer ilişki odağı, özneleşme meselesinde saklı gibi. Praksisi kuvvetli bir sosyolog olan Suphi Nejat Ağırnaslı’nın, sistemin kıyılarında kalıp büyümek istemeyişinde, kariyer hedefinden uzak durmayı tercih edişinde görülebilir bunun izleri. Çünkü özneleşme aynı zamanda nesneleşme, yani tabi olma anlamına gelir. Sanki bu nedenle özneleşmemek, sistem tarafından olabildiğince az belirlenmek, yani çocuk kalmak istiyordu Suphi Nejat Ağırnaslı.

Nejat Ağırnaslı’nın mektubunda kurduğu şu cümleler Mehmet Pişkin’in intihar notunda söyledikleriyle nasıl da örtüşüyor baksanıza:

“Şimdi tıpkı Peter Pan gibi Neverland’e gidiyorum, asla büyümemek üzere… Türkiye’nin batısında sıradan emekçi insanların hayatını büyüleyecek, sıradan kahramanlar çıkaracak büyük bir çıkışın tohumlarını, hakikat arayışçılığının öncü ve artçı örgütünü yaratmanız dileğiyle…”

“Ne alakası var, Mehmet Pişkin ‘partilerken’ Nejat Ağırnaslı devrim mücadelesi veriyordu” diye mi düşüneceğiz? Mehmet Pişkin’in eğlenceli ortamlarda çekilmiş fotoğraf ve videoları onun, hayatı, Nejat Ağırnaslı’dan daha az sorguladığını göstermez ki; sadece değişime daha az inandığını gösterir. Günün sonunda ise tam da Nejat Ağırnaslı’nın ifade ettiği şekliyle, “tercihlerin” hayattaki belirleyiciliğini… Bakıldığında, her ikisi de farklı yollardan Ranciere’in dile getirdiği özneleşme halinin örnekleri gibiler: Yalnızca bir kimlik iddiasında bulunarak değil, başka bir kimlik tarafından verilen kimliğin reddi yoluyla özneleşme.

Gelinen noktada soru şu: Nejat Ağırnaslı’nın sergilediği politik duruşu takip etmek, Mehmet Pişkin’lerin intiharlarının önüne geçebilmek noktasında da bir direnç noktası olabilir mi? Açık ki yapısal bir sorun söz konusu ve bunun temelinde gerçeğin olasılıksızlık görüntüsüyle dayatılması yatıyor. Bu olasılıksızlık, kapitalist-militarist sistemin teknik olasılıksızlık söylemi tarafından besleniyor. Günün sonunda ise bu düşünsel bir sorun olarak beliriyor. İşte Suphi Nejat Ağırnaslı’yı ölüme götüren inanç ve inancına sağlam bir zemin oluşturan praksis felsefesi, bu sorunu aşabilmek, sistemi dönüştürmek ve dolayısıyla “hayatta kalmak” noktasında sahiplenilmelidir. Bilindiği gibi, Nejat Ağırnaslı’nın çevirdiği kitaplar arasında, L. Auguste Blanqui’nin Devrimci Teorileri de bulunuyor. Blanqui’nin 19. yüzyıl Fransa’sında yargılandığı mahkemede mesleğini soran savcıya “proleter” şeklinde cevap verirken sergilediği sarsıcı ve dönüştürücü tavır, alternatif politika biçimleri adına oldukça önemli bir örnek olarak bugün de karşımızda duruyor. Geçen haftalar boyunca defalarca okuduğum mektubunda, Nejat’tan duyduğum öncelikli mesaj budur: Alternatif politika biçimleri geliştirmenin gerekliliği. Çünkü imkansızın vaadi olmaksızın toplumsal değişim mümkün olmayacak. Nejat da bu nedenle "hayal gücü iktidara" diye bitirmemiş miydi mektubunu?

Not: Bu yazı, Duvar Dergisi'nin 18. sayısında yayımlanmıştır.

댓글


bottom of page