top of page

Türkiye’nin Siyasal Sistemi, Millet için, Ne Zaman Hayırlı Olabilir?


​​Başlıktan da anlaşılacağı gibi konu, anayasa değişikliği… Hayat çok hızlı akıyor, politika da bu hıza ayak uydurmak durumunda. Söz konusu hız, bizi, bazı tercihler arasından “hızlıca” seçim yapmaya itiyor, belki sistem tam da bu “el çabukluğundan” medet umuyor, kim bilir? Ancak bu hızlı nicelik yaratma amacı, yani gerekli sayılara ulaşma mücadelesi, niteliğin görmezden gelinmesine yol açıyor. Görülüyor ki bu iki unsur, anayasa değişikliği sürecinde de birbirini etkiliyor.Anayasa değişikliği tartışmalarında, yukarıdaki hız mekanizması devrede. İnsanlar kutuplaşıyor. (Kutuplaşmanın Türkiye’deki muhafazakârlardan en azından bazıları için anlamını araştıran bir haber için bkz.) Bir taraf, “parlamenter rejim şöyle kötü” diyor; diğer taraf, tam tersini iddia ediyor. Bir taraf, “başkanlık gelecek dertler bitecek” diyor, diğer taraf “daha da otoriterleşeceğiz” diyor. Her gün, bu iki kutba oturan beklenmedik çıkışlar geliyor. “Beklenmedik”ten kastım “evet” veya “hayır” kararları değil. İsteyen, istediğini düşünmekte kesinlikle özgürdür; bunu kimse tartışamaz. Ama asıl sorulması gereken sorunun hala net bir biçimde sorulmadığını düşünüyorum: Yapılması planlanan değişiklikler, Türkiye gerçeklerine uygun mu ve ifade edilen sorunların çözümüne katkı sunabilir mi?

Aşağıdaki kısa tartışmada, sadece olanın eleştirisine yer vermeyip olması gereken için de birkaç öneri getirmeyi deneyeceğim. Bunu yaparken, anayasa değişikliği teklifinin, genel gerekçe bölümüyle maddelerini temel alıyorum. Teklife ilişkin açıklayıcı hukuki yorumlar için Türkiye Barolar Birliği’nin çalışmasına bakılabilir. Ben ise burada, “önümüze getirilen teklifin hemen göze çarpan çok ciddi sorunları neler ve teklif nasıl olsaydı kabul edilebilir olurdu” diye düşünmeye çalışıyorum. Bunun için izleyen satırlarda, aklımdaki iki soruya yanıt arıyorum. Bunlardan bir tanesi, teklifin, kuvvetler ayrılığıyla ilgili yaklaşımı ve bir diğeri de temsilde adaletle ilgili bir düzenleme içerip içermediği.

  • Anayasa değişikliği maddeleri, paketin gerekçe bölümünde işaret edilen “kuvvetler ayrılığı sorunu”na çözüm öneriyor mu?

Üniversitede verdiğim derslerin sınavlarını notlarken öğrencinin ne yazdığından çok, yazdıklarını nasıl gerekçelendirdiğine ve nedensellik bağını kurarken gösterdiği özene dikkat etmeye çalışırım. Bu bakış açısını, başka soru(n)ların yanı sıra Türkiye’de kuvvetler ayrılığı sorununa cevaben üretildiği gerekçe bölümünde açık biçimde ifade edilen bir anayasa değişikliği teklifine uyguladığımızda, söz konusu teklifin, iyi bir not alması mümkün görünmüyor. Çünkü teklif, genel gerekçe bölümünde, düzelteceğini vaat ettiği sorunları düzeltmek şöyle dursun, daha da derinleştirecek önerilere sahip. Bu önerilerden hemen akla gelen bir tanesi, cumhurbaşkanının atadığı adalet bakanının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na başkanlık ediyor oluşu. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimindeki yürütme ağırlığından bahsetmiyorum bile. Yargı konusundaki bu iki değişiklik önerisi, genel gerekçenin daha ilk cümlesiyle çelişmektedir: “Anayasalar toplum tarafından devleti hukukla sınırlandırmak için hazırlanan metinlerdir.” Oysa söz konusu değişiklikler, hukuku, politik iktidarla sınırlamak anlamına geliyor.

Herhangi bir sistemde –bu sistemin, parlamenter veya başkanlık oluşu fark etmez – yasama da yürütme de, ancak yargının bağımsızlığına göre dengeli veya dengesiz olabilir. Kuvvetler ayrılığını anlamlı kılan yargı kuvvetinin pozisyonudur ve ayrıca bu noktada ABD veya bir başka ülkede de işlerin iyi gitmediği açıktır. Bu çerçevede, yürütmeyi, yargının üstünde konumlandırmaktan vazgeçmeyen, yani adaleti siyasi çıkara mahkûm eden bir teklifle karşı karşıyayız.

“Ne olabilirdi” diye baktığımızdaysa, yargıyı, yürütmenin vesayetinden kurtarmanın şart olduğu gerçeğinin yanı sıra yürütmenin kompozisyonu açısından da bir öneri akla geliyor. Şayet meclis, “milli egemenliğin teminatı” ise yürütmenin de meclis içerisinden seçilmesi hem milletin temsili hem de istikrar açısından uygun olabilir. Ancak bu seçim, “tek adam” için dayatılmak zorunda değil. Cumhurbaşkanı ve başbakanın aynı anda varlığı sistemde iki başlılığa yol açıyor ve öte yandan birçok kritik yetkinin tek bir kişide toplanması da demokrasi kültüründen uzaklaşmak anlamına geliyorsa Yürütme Konseyi gibi başkansız bir kurum, pekâlâ yaratılabilir. Bu kuruma seçilmek için birçok ölçüt getirilebilir. Yürütmeye seçilecek kişinin yasamadaki gücünün kırılması için alınacak önlemlere özen gösterilmesi kaydıyla... Dünyada, bununla ilgili örnekler var; araştırılıp Türkiye’nin gerçeklerine göre birtakım düzenlemeler yapılabilir. Yeter ki milletin temsilcilerinde, milletin temsiline dair bir irade olsun. Tabii bu noktada, bu kez, Türkiye’de milletin temsilcilerinin nasıl seçildikleri sorusu öne çıkıyor.

  • ​Anayasa değişikliği paketi, temsilde adalet ilkesine dair bir çözüm öneriyor mu?

Dünyada siyasal sistemler kabaca ikiye ayrılabilir. Bunlardan ilki, çoğunlukçu (majoritarian) sistemler, ikincisi çoğulcu (pluralist) sistemlerdir. Britanya, ABD, Fransa vb. ülkelerle birlikte Türkiye de ilk gruptadır. Sistemin çoğunlukçu olması, tarihsel olarak parlamenter, başkanlık veya yarı-başkanlıkla hemhal olmasından bağımsızdır. Ama çoğunlukçu bir sistemin ciddi bazı sorunları olduğu da açıktır. Ben, bunlar arasında temsilde adalet olarak özetleyebileceğimiz sorunu çok önemsiyorum. Çoğunlukçu bir sistemde, çoğulcu bir sistemden farklı olarak, demokrasi daha çok niceliksel bir durum olarak görülür ve seçimler sonucunda iktidara gelen çoğunluk temsilcisinin, oligarşiyle halk tiranlığı arasında konumlanması kuvvetle muhtemeldir. Sistemi çoğunlukçu bir görünümden çoğulcu bir görünüme taşımak, farklı dönemlerde, farklı azınlık gruplarının iktidar mağduru olmalarının önüne geçebilmek için gereklidir. Bunun yollarından bir tanesi ve teknik olarak da öncelikli olanı, seçim sisteminde, tüm vatandaşların mecliste temsiline imkân veren düzenlemeler yapmaktır. Referandumda oylamamız istenen anayasa değişikliği teklifinde bu açıdan da herhangi bir düzenleme bulunmuyor. Teklifin genel gerekçe bölümünde “yasamanın zayıf oluşu,” “milli irade” vb. vurgular yapılmış olmasına rağmen teklifin kendisinde, yasamanın adil ve de güçlü olması için bir değişiklik önerisi maalesef göze çarpmıyor. Temsilde adaletin ve dolayısıyla gücün sağlanmadığı bir meclis kompozisyonunda ise yürütmenin nasıl ele alındığı sonucu pek de değiştirmeyecek ve bu durumda, birileri elbet mağdur olacaktır.

***

Yukarıdaki sorular tabii ki çoğaltılabilir ya da bunlara farklı cevaplar da verilebilir, verilmelidir de. Ancak burada asıl önemli olan, Türkiye’de yaşayan herkesin soru sorması ve sorularına aldığı yanıtlara göre yaşamasıdır. Bu, her şeyden önce, bir vatandaşlık hakkı ve de görevidir. Anayasa değişikliği, bugünden çok geleceği şekillendirmekle ilgilidir. Dolayısıyla, anayasa değişikliği tartışmalarında bir futbol takımının taraftarı mantığıyla değil, milli takım taraftarı mantığıyla hareket etmek elzemdir. Bu açıdan, insan, yapılacak bir düzenleme, bir ülkedeki sorunları daha da derinleştirme potansiyeli taşıyorsa, “yetmez ama evet” yerine “yetmiyorsa hayır” diyebilmeli…

Not: Bu yazı, 29/01/2017 tarihinde Yeşil Gazete‘de yayımlanmıştır.

Comments


bottom of page