top of page

"Virgül Olma" ya da "Virgülde Yaşama"



Salman Rushdie, kitabının arka kapak yazısında aşağıdaki gibi sesleniyor okuyucuya:

"Bu hikayeleri Doğu, Batı ismi altında yayınlamayı* düşünürken en önemli konunun virgül olduğunu gördüm. Zira bana öyle geliyor ki ben o virgülüm işte ya da en azından o virgülde yaşıyorum."

Rushdie, Doğu ile Batı arasındaki virgül olduğunu ya da en azından virgülde yaşadığını itiraf ediyor. Peki, bu ne anlama geliyor? Uluslararası alanda birçok ödülün, fahri doktora unvanının sahibi 1947 doğumlu Hint asıllı İngiliz yazarın bahsettiği virgül, sömürge-sonrası dönemin entelektüel figürlerinin hemen hepsinin virgülü olabilir mi? Hatta fiili sömürü yıllarını yaşamamış olmamıza rağmen, biz arada kalmışlar için de aynı “virgül olma” ya da “virgülde yaşama” hali söz konusu olabilir mi? Bu sorulara “evet” cevabını verebileceğimize inananlardanım. Nedenleri ise yine Rushdie’nin Doğu, Batı’sındaki birbirinden ilginç dokuz hikayeden çıkarabileceğimizi düşünüyorum.

Rushdie, eserini üç bölümde ele almış: “Doğu”, “Batı” ve “Doğu, Batı.” Her bir bölümde üç hikayeye yer verilmiş. “Doğu”daki hikayeler Hint Yarımadası’nda sömürge-sonrası hayat üzerinden anlatılırken “Batı”daki hikayeler Avrupa tarihinin derinliklerinden besleniyor. “Doğu-Batı” ise Hint Yarımadası’ndan Britanya Adası’na uzanan hikayelerden oluşuyor. Her ne kadar Rushdie bu hikayelere birer isim vermişse de ben her bir hikayeye yeni bir ad vererek söylemek istediklerimi şekillendirmek niyetindeyim.

Kitabın “Doğu” başlıklı bölümünün ilk hikayesi, “İyi Nasihat Yakutlardan Bile Ender Bulunur” ismini taşıyor ve güzeller güzeli Reyhan Hanım’ın Lahor’dan Londra’ya gitmek üzere İngiltere Konsolosluğu’na başvurduğu gün yaşadıklarını konu ediniyor. Ben, bu hikayeye “Sıkışmışlık” adını vermeyi tercih ediyorum. Çünkü Reyhan Hanım mürebbiye olarak çalıştığı Lahor’daki hayatı ile ailesinin, evlensin diye o henüz dokuz yaşındayken ayarladığı adamla Londra’da yaşayacağı hayat olasılıkları arasında sıkışmış görünüyor. İnsan hangi hayatı tercih edeceğini şaşırıyor!

İkinci hikaye, “Bedava Radyo”, hırsızın dul karısına aşık ve onun isteği üzerine Hindistan hükümetinin 1970’lerde uyguladığı nasbandi yani kısırlaştırma projesinin parçası olan gencin, bunun karşılığında kendisine verileceğini düşündüğü el radyosunun hayali çevresinde işleniyor. Genç, radyo hayaline kavuşamasa da sonunda Bombay’a gidip ünlü bir aktör oluyor. Bu nedenle ikinci hikayeye “Hayal” adını vermeyi uygun gördüm. Hayaller enerjiyi ve enerji ise hayalleri canlı tuttuğu için…

“Doğu” başlıklı bölümün son hikayesi “Sakal-ı Şerif” ismini taşıyor. Burada, çalındıktan sonra polis korkusuyla nehre atılan sakal-ı şerifi bulan tefecinin hikayesi anlatılıyor. Tefeci, sakal-ı şerifin saklı olduğu küçük şişeyi kişisel koleksiyona ekliyor ve “peygamber bu kalıntılara tapınanları asla tasvip etmezdi” (s.44) diyerek bu şişeyi müritlerinden saklamayı meşrulaştırıyor. Bu yüzden, bu hikayeye “Meşrulaştırma” adını vermeyi tercih ettim. Eylemlerin meşrulaştırılması çok kolay olsa da bedel ödenmesi ya da kazanım sağlanması o kadar da kolay olmuyor. Söz konusu hikayeyi okuyanlar sanırım bana hak verecekler.

Bedeller ödendikten ve kazanımlar elde edildikten sonra sıra ikinci bölüme, yani “Batı” hikayelerine geliyor. Bu bölümün ilk hikayesi, “Yorick”, William Shakepeare’in Hamlet’ine dayanarak kurgulanmış ama çok daha farklı noktalardan detaylandırılmış. Bu hikayeye “Nefret” adını vermek mümkün; nefretin nasıl kurgulanabildiğini gösterdiği için.

Bir sonraki hikaye, “Yakut Pabuçların Müzayedesinde”, hayali bir müzayede salonunda sahnelenen hayatlara odaklanmış. “Geçmişlerimizin, geleceklerimizin, hayatlarımızın değerini belirlemek için müzayedecilere gidiyoruz” diyor anlatıcı (s.90), hikayenin bir bölümünde. Hikayeye “Hayat Bir Müzayede” dememin sebebi bu… “Acaba”larla, “belki”lerle başkalarına göre yaşanan hayatların çokluğunu hatırlatıyor insana. Halbuki kaderin ölçüsü insanın kendisi değil midir?

“Batı”nın son hikayesi ise biraz uzun bir isme sahip: “Kristof Kolomb ile İspanya Kraliçesi Isabel İlişkilerini Tamamlıyor (Santa Fe, MS 1492).” Bense “Beklenti” adını veriyorum bu hikayeye; rüya içinde rüya yaşayan Kolomb’un “tamamlamak” için beklentiye girmesinden dolayı… Amerika’nın kaşifi de olsa (ki Kolomb’dan çok daha önce Vikinglerin Amerika’yı keşfettiklerine dair bilgiler de mevcut) “tamamlamak” beklentisinde olduğu pek çok şey var hayatında.

Kitabın üçüncü bölümüne vardığımda artık mesajı almış gibi hissediyorum. Bu bölümün ilk hikayesi, “Gökkürelerin Armonisi”, aynı zamanda, hikayede bahsi geçen bir kitabın da ismi. Anlatıcının Galli şizofren arkadaşı Eliot Crane’nin etrafında kurgulanmış hikaye. Bir de Mala var tabi, anlatıcının “yuva”sı ve aynı zamanda kalbinin gökkürelerini yerle bir eden kadın. Bu hikayeye “Aldatma” dedim bu yüzden, belki de “kendini kandıranların yan yana portresi” (s.117) olduğu için.

Kitabın sondan bir önceki hikayesinin ismi “Çehov ile Zulu”, tabi ki “Suikast” olarak da adlandırılabilir bu hikaye. Hikayenin iki karakteri, iki yakın arkadaş çocukluklarından kalma Uzay Yolu karakterleri ile bütünleşmiş bir anlatımda, Hindistan tarihindeki acılara tanıklık ediyorlar. Çehov karakteri “İngiltere’nin konumu eskisinden daha zayıf olduğuna göre, ürettiği devrimcilerin kalitesinin düşmesini de doğal karşılamak gerek herhalde” (s.139) şeklinde ifade ediyor başta düşüncelerini. Fakat sonra Hindistan’da başbakanlık yapmış Cavaharlal Nehru’nun (ilk başbakan) torunu ve Indira Gandhi’nin oğlu Rajiv Gandhi annesinin ardından yürüttüğü başbakanlığı sırasında Tamil intihar bombacısının gerçekleştirdiği suikasta kurban gidiyor. Bunun ardından Çehov, “demek ki sonunda yerli üretim devrimcilere kavuşmuşuz” diyor ve devam ediyor: “Asıl trajedi insanın ölümü değil, nasıl yaşadığı.” (s.144)

Doğu, Batı’nın son hikayesi “Tapıcı”, bense “Karmaşa” demeyi tercih ediyorum. Hikaye, Londra’da kapıcılık yapan Karmaşık karakteri ile dadı Mary arasındaki duygusal bağ üzerine bina edilmiş. Eski Doğu Bloğu ülkelerinden birinde satranç şampiyonlukları yaşadıktan sonra Londra’da kapıcı olarak çalışmaya başlayan Karmaşık karakterinin karmaşası aslında hepimizin karmaşası. Pek çoğumuz, bir şeyler edinmeye çalışırken hayatta, karmaşanın çok da farkında değiliz.

Her bir hikayeye Rushdie’nin verdiği “isim”lerden farklı yeni birer “ad” vermemin sebebi, virgülde yaşayanlarla virgülün kendisi olanlar arasındaki farkı ortaya koyabilmek. “Sıkışmışlık”, “Hayal” ve “Meşrulaştırma”; “Nefret”, “Hayat Bir Müzayede” ve “Beklenti”; “Aldatma”, “Suikast” ve “Karmaşa”… Bu kavramlar insanın yaşadığı hayatı ve o hayatta karşılaştıklarına verdiği yanıtları gözler önüne seriyor. Virgülde yaşayanlar sıkışıyor, hayal kuruyor, meşrulaştırıyor, beklentiye giriyor, kendini aldatıyor belki, suikasta kurban gidiyor ve tabi ki karmaşa yaşıyor müzayede gibi hayatlarda. Virgül olanlar ise hayatlarına yön verme gücüne kavuşuyorlar ya da sadece kavuştuklarını zannediyorlar.​

  • Rushdie, S. (2011). Doğu, Batı (Çev. B. Kovulmaz). İstanbul: Can Yayınları.

* Kitabın arka kapak yazısında ‘yayınlamayı’ şeklinde geçse de TDK'ye göre doğrusu 'yayımlamayı'.

Comments


bottom of page